ŞÜPHE UYANDIRAN KOMŞU SOSYAL MEDYA

Kategori: - Tarih: 30 Ekim 2014 19:28
ŞÜPHE UYANDIRAN  KOMŞU SOSYAL MEDYA

Güzel dostlar, evlerimizin kapısını kapatıyor, perdelerini çekiyoruz. Her türlü sosyal kötülükten korunmak için özel gayret sarf ediyoruz. Fakat evlerimizin baş köşesinde, avucumuzun içinde bilgisayar ve akıllı telefonlarımızla bütün kötülükleri baş köşeye konuk ediyoruz. Ve kötülük hiç bir güzelliğin sahip olmadığı bir konfor ile yanıbaşımızda, eşimiz, çocuklarımıza olabildiğince yakın mesafede tüm tedbirlere rağmen arz-ı endam eyliyor. Bu hususta dikkatlerinizi önemle rica ediyor, ahlak zafiyetine uğramış kötü insanların şerrinden Rabbimize sığınalım diyorum!

Kültür Ajandamızda açtığımız Kapak konusu "Sosyal Medya" dosyamızın yazıları A4 formatıyla ilişiktedir. Okumanız ve okutmanız temennisi ile…

Kültür Ajanda Genel Yayın Yönetmeni 
Nesrin Çaylı
----------------------------------

30 Ekim 2014, 08:37

KÜLTÜR AJANDA olarak “Sosyal Medya”nın, özellikle“Facebook”un değerlerimiz üzerinden yaş gruplarını ayırmadan küçü-büyük, kadın-erkek hepimiz için geçerli olan zararlarını ve tehlikelerini masaya yatıran bir dosya hazırladık. Arkadaşımız Servet Hocaoğulları’nın hazırladığı bu dosyaya ek olarak Sosyal Medya’da uzman olan Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan Hocamız’la da söyleşi yaptık.

Dosyamız ve söyleşimiz, çuvaldızı etimize batırırken duyduğumuz acı kadar acı! Haydi, birer çuvaldız alalım ve kendimize batıralım. Dikkatsizliğimize, hoşgörülüğümüze, iyi niyetimize, çoğu zaman da inatlığımıza batıralım çuvaldızı. Bırakalım acısın… Acısın ki, gözlerimiz görsün, aklımız akletsin, yüreğimiz kabullensin.

Sosyal Medya’yı kullanmayı bilirsek, elbet de faydalı. Bilmiyorsak, inanın çok büyük tehlikelerdeyiz. Fert fert, aileler ve sonra bütün toplum…

Aslında, bir de kullanım klavuzu gerekti… Hakikaten Sosyal Medya’yı kullanma klavuzu şart… O kadar çok şeyi bilmiyoruz ki! Ve o kadar çok şeyi kanıksamışız ki! Farkında olmayışımız ise maalesef çok acı… İnatlaşmalarımız ise fecâat!...

Niyetimiz halisane… İşte dosyalarımız… Önce Servet Hocaoğulları’nın dosyasını, sonra da söyleşimizi “word” olarak sunuyoruz. Ve şimdilik sadece şunu söylüyoruz:

Eğer takip butonunuz açıksa, kişilerin sizi takip etmesine müsaadeniz varsa, aman dikkat! Kapı açık, ipini koparan giriyor.En çok da sapıklar… Açık sapıklardan ziyade “gizli” sapıklara çok dikkat! Haydi o zaman, takipçilerimizi bu “pislikler”den temizleyelim. Ve sayfalarımıza izinsiz giren önceki takipçileri de birer birer tetkik edelim. Aslında en iyisi, “arkadaşlık” butonu bize kafi gelmeli. Takip butonunun kontrolu ise zor, hatta imkânsız olduğu için kapatmalı… Tabii ki tercih söz konusu… Ancak, kişi, bile bile açık bıraktığı kapıdan sorumlu. Hele hele bu kapıdan girenleri öğrendiği halde bile bile misafir etmeye devam ediyorsa, bilmem ki ne demeli?! (Arzu eden “kulturajanda.com.tr” adresinde dergi sayfasından okuyabilir.)

YAVUZ SELİM
Ajanda Dergiler Grubu İmtiyaz Sahibi

***

KAPAK DOSYASI
----------------------------
SERVET HOCAOĞULLARI

ANA SPOTLAR

İnsanın sosyalleşme ihtiyacı ve görünür olma arzusu, önce kişilik, daha sonra sosyal kimlik için “etkileşim alanı” etkisi yapar. Dolayısıyla özel bir konu olarak “Müslüman ve sosyalleşme” ve de “dindar ve görünür olma arzusu” alt başlığı ile sosyal medyanın etkisini analiz ettiğimizde, kaçınılmaz olarak verilecekörneklerin çoğu “sorun” karakterinde olacaktır. Mahremiyet, teşhir, zan, ahlak,aile ve provokasyon/tahrik odakları konulu -listeyi siz uzatabilirsiniz-“çarpık” sayısız olay ve örnekle karşılaşacağızdır.
***

Mesela“Facebook” taramalarında ahlak radarına yakalanan teşhir ve davetkâr “görüntü”albümleri, Twitter ağzından küfürler, zinaya davet eden web siteleri, gece kulübütadında “org”lar, dullar kampı formunda arkadaş siteleri ve en önemlisiistihbarat deposunda istiflenen “özel bilgiler” avcılığına soyunmuş onlarcaavcı bellek, insanı sanal kentin kurbanı/avı kılmaktadır.
***

İnsan,sanal kent üyesi olmakla gerçek kent yaşamı dışında kendisine bir “ikincihayat” imkânı yaratmak istemektedir. Tabiî elde edilmemiş, tatmin edilmemiş,kırbaçlanmış her şeyi sorgusuz ve sorumsuz şekilde elde edeceği bir ikincihayat… Kuşkusuz bu ikinci hayata ev sahipliği yapacak zaman-mekân adresi, sanalkent formunda bir ağa sahip olan interaktif evler ve ayrıca bu kentte ne olupbittiğini haber alacağımız/vereceğimiz sosyal medya ağıdır.
***

Özelliklesosyal medya aracılığıyla teklif edilen “onay” butonu, bir çevreye girme veyadavet etme vizesidir. Sanal dünyada -gerçek hayatta parmakla sayılır kişilerdenoluşan bir çevre varken- parmakla sayılamayacak ve bu parmaklardan oluşan elin-kimin elinin kimin cebinde olduğu bilinmeyen- bir kalabalık çevreye dönüşmesikaçınılmazdır. Çünkü bu kentin ve bu mahallenin özelliği budur ve tercih sebebide bundan ibarettir.
***

Sosyalmedyayı tüketim-çöp şablonuyla analiz edenler, sosyal medyayı hayatına adapteedenleri veya sosyal medyayı hayatı yerine koyanları, hayatın, hazımsızlıksonucu olarak ortaya çıkardığı her türlü sosyal davranış atığının toplandığı“sosyal bir çöplük” olarak nitelemekte ve bu yüzden bir hastalık çeşidi olaraktanımlamaktadırlar.
***

Bupencereden sosyal medyaya bakanların gördükleri, daha çok davranışa ait“atıklar” ve kişilik “teşhir” ambalajlarıdır. Yani bu mecra, küfür, seks,yalan, kırbaçlanmış arzular ve ötekileştiren güç gibi histerik taleplerinpazarı olarak tarif edilmektedir.
***

Sosyalmedya ile sanal bir göç koridoru oluşturulmaktadır. Siyasî, ekonomik ve kültürelaçıdan bulunduğu zaman, mekânı ve yaşam tarzını değiştiremeyenler, istediğizaman, mekân ve yaşam tarzına sanal da olsa vizesiz geçebilen bir koridorasahip olmaktadırlar. Bu da sosyal medyayı hem çok yüzlü (maskeli), hem de mobilkılmaktadır.
***

Ancak–genelleme yapmadan ifade ediyorum- dindarları “cesur” (görünür) kılan sosyalmedyaya baktığımızda, dindarların hayatlarında onaylamadıkları veuygulamadıkları çoğu şeyi sanal ortamda pervasızca/perdesizce uyguladıklarınıgörmekteyiz. 
***

Meseladindarların evleri –genellikle- perdelidir; gündüzleri tül, akşamları“güneşlik” de denilen kalın perde ile örtülüdür. Gerçek hayatta, mutfak ve/veyaoturma odasında perdeyi açık tutarak izlenir olmak, dindarların tercihleriiçinde yoktur. Ancak aynı dindarların sosyal medyadaki paylaşımlarınabaktığımızda, tanıdık veya tanımadık herkesin izleyebildiği “açık pencere”içinde ev hali (genellikle oturma/misafir odası ve mutfak hali görüntüleri gibihaller içerecek pozlar) sergilenebilmektedir.
***

Eviçinde çocukların bile kapı “tık”lamadan giremediği odalardaki mahremiyetler,birçok kişiye isteyerek veya istem dışı biçimde bir tıklama mesafesindesunulmaktadır. Yeni elbisesini dost ve akraba misafirler önünde endam ve işveile giymekte imtina eden bazı dindar kadınlar, herkese açık sanal podyumda,moda albümü tadındaki sunuşta bir sakınca görmemekte, park dinlence veeğlencelerinde tanımadığı erkekler tarafından söz iltifatına tutulmaktanrahatsızlık duyanlar, sınır tanımayan iltifatları “beğen” butonunda coşturmaktadırlar.
***

Aslındamesele, “Hayatın içinde onaylamadıklarımızı neden sanal dünyada yapmaktankendimizi alıkoyamıyoruz?” gerçeğimizdir. Bir başka vurguyla söylersek eğer,apartmanda veya mahallede komşumuzu tanımaz ve bilmez iken, komşumuzu meraketmezken, dolayısıyla ev halimize onları tanık ettirmezken, neden sanal dünyada“ipini koparan” bize komşu olabiliyor ve biz “akraba içi haller” modunda birçokmahremimizin perdesini aralıyoruz?!
***

Nedensokakta rastgele selamlaşmak, tanımadığınıza muhabbetle yönelmek ve karşıpencereden başkasının ev içine bakmak zor iken, zorlandıklarımızı sanal dünyadakolay kılan seçeneklere kavuşuyoruz? Sanal dünyada da olsa seçmek, seçiciolmak, mahremiyet ve mesafe neden zor?!
***

Sizuyuşturucu ve seks ticareti yapan birine komşu olur musunuz? Tabiî ki hayır! Ozaman ne idüğü belirsiz yüzlerce komşuyu neden ediniriz? “Takipçimiz artsın,reytingimiz coşsun” diye mi?!
***

Gerçekhayatta tanımadığımız veya tanımak ihtiyacı duymadığımız komşulara sahipken,sanal kentte sayısız kişiye komşu olmakta ve perdesiz odaları olan evleri(komşudan izin isteme ihtiyacı duymadan) gözlemekten zevk almaktayız.
***

Aslındatüm bu yaşananları “dindar” ön takısı ile vasıflandırmakta kasıt arayanlarolabilir -kuşkusuz dindarlığı maske olarak kullananlar da var-, ancak birgerçekle yüzleşmek durumundayız: Sosyal ergenlik dönemi sorunlu geçmişçevrelerin başında dindar çevreler gelmektedir.
***

Facebook,sosyal kimliği ergenlik düzeyinde olanların, özellikle cinsellik, beğenilme vetatmin örgüsü içinde -örümcek ağı gibi zayıf ama bol-, avını beklediği bir“takılma ağı” görevi görmektedir. “Takılma” vurgusu, özellikle “Öylesinetakılıyorum!” esprisindeki gizli gerçeği ele vermektedir.
***

Dindarçevrelerin, gerçek hayattaki sorunların kökeninde de ergenlik dönemi önemli biryer tutar. Sayısı azımsanmayacak kadar çok bazı dindar erkekler, kendi şehvetsınırlarını dinin kadına çizdiği sınır sanır ve öyle ileri sürerler. Ve yinesayısı azımsanmayacak kadar çok bazı dindar kadınlar da örtüyü “baş”ta yanlışanlar ve “Altı forma, üstünü sorma!” modasında görünür olmayı “kocaya itaat”zannederek mahkûm kalırlar. Bu mahkûmiyet, erkek gardiyanların hâkimiyetindesüren bir “arzu zindanı”dır ve kadın kadına paylaşılanlar, sadece avludakipaylaşımlardır. İşte sosyal medya, bu avluda erkeklerin şehvetli süzmelerieşliğinde atılan voltalardan ibarettir.
***

Sosyalmedyanın gözlerine dikkatlice bakıldığında, -istisnai durumları ve kişileri herzaman için ayırıyoruz- her şeyi iştahla süzen gözlerin baskın olarak erkeğe aitolduğu, seçili kadın gözlerininse “teşhir işçisi” olduğu fark edilecektir.
***

Biranlamda –ve istisnalar hariç- sosyal medya, hayatın içinde birçok şeyigerçekleştiremeyen kişilik ve kimliklerin, arzu ve hayalleri için kullandıklarıgöç yollarını ifade etmektedir.

***
Sosyalmedyada sorun olarak tanımlanan neredeyse her şey, aslında sorunu örten“perdeler” listesidir.
***

Facebook,Twitter, gruplar, siteler vb. sosyalleşme ve haberleşme ağları, aslında evedinme, komşu edinme ve mahalle kültürü betimlemeleriyle açıklanabilecek bir“yerleşme” kararıdır.
***

Siz,siz olun, “şüphe uyandıran komşu”yu fark ettiğinizde en yakın karakolabaşvurun!
***

Facebook,ailenin dost ve akrabalara sunmayı kültür saydığı “hatırat” ile başlamış ve çocuklukarkadaşlarının ruhu ile kanatlanmışken, zamanla ünlü olmak isteyen ruhun kastajanslarına gönderdiği “artistik pozlar” ile zenginleşmiş ve derken “Biri benigözetlesin!” sırnaşmasına ulaşmış bir “kişilik vitrini” olmuştur.
***

Kadın“örtü”yü zihinsel mesafe değil de fizikî perde ile sınırlı kavrayınca erkeğebüyük bir iştah açılmaktadır: “Kadın kokusu”… Koku içe çekilince yüzde belirensivilce ise, “beğen butonu”dur.



Şüphe uyandıran komşu
Sosyal Medya

Sanal kent

“SOSYAL medya”üzerine söylenecek her şeyi, “tamlama”nın taşıdığı anlam ve sınırlaçerçevelemek mümkün. Çünkü “sosyal” ve“medya” kavramı çerçevesine sığdırabileceğimiz her şeyi bu “konu” için(de)anlamlandırabiliriz. Ancak “sosyal medyanın etkisi”ni fotoğraflarken, çözünürlüğüyüksek tutmak için aynı zamanda insanın “sosyalleşme”ihtiyacı ile “görünür olma” pikselinide yükseltmek durumundayız.

İnsanın sosyalleşme ihtiyacı ve görünürolma/kılınma arzusu, önce kişilik, daha sonra sosyal kimlik için “etkileşimalanı” etkisi yapar. Dolayısıyla özel bir konu olarak “Müslüman ve sosyalleşme”ve de “dindar ve görünür olma arzusu” alt başlığı ile sosyal medyanın etkisinianaliz ettiğimizde, kaçınılmaz olarak verilecek örneklerin çoğu “sorun”karakterinde olacaktır. Mahremiyet, teşhir, zan, ahlak, aile ve provokasyon/tahrikodakları konulu -listeyi siz uzatabilirsiniz- “çarpık” sayısız olay ve örneklekarşılaşacağızdır.

Ancak sosyal medya mutfağındakisorunlar, aslında işin özünü perdeleyen, dikkatlerden kaçırılan asıl gerçeklerigörmemizi erteleyen sonuçlardır. Teşhisimizi peşin ve açık ifadelere dökelim:Sosyal medyada sorun olarak tanımlanan neredeyse her şey, aslında sorunu örten“perdeler” listesidir.

Perde demişken, perde-ev ilişkisi ilebaşlatacağımız ve kent ile detaylandıracağımız betimlememizde, sanal dünyanın “perdesizodalar”dan oluşan evlerin de sitelerin kenti olduğunu ve sosyal medyanın buev-mahalle-kent üçlemesinin medyası olduğunu tespit edeceğiz.

Sosyal medya için kullandığımız “perdesizodalar” tanımı, bir anlamda yanaşık düzende, çok katlı binlerce apartmanın tümdairelerinin -birbirinin görüş alanında olan odaların- tümünün perdesiz, diğerdairelerin de kamera sistemiyle görülebildiği bir ağı ifade etmektedir. Dolayısıylasosyal medya, özünde her alanda edinilmiş sanal evlerin (ticarî, siyasî,kültürel vb.), herkesin herkesi mutfakta, oturma odasında veya yatak odasındagörebildiği -çıplak gözle görünen-alanlardır. Bu çıplak gözün görebildiği diğer “çıplaklık” türleri ise, biraz dakomşuya ve komşuluk anlayışına bağlı gelişmektedir.

Denebilir ki, sosyal medya biraz da “komşuziline basmak” işlevi görmektedir. Tabiî ne ile karşılaşacağınız, sizin neyi“görmek ve göstermek” istediğinizle de ilgili bir durumdur. Bu bağlamda sosyalmedya algısı ve yorumu, “Kimin sosyal medyası?” özeline indirgenmesi gerekenbir seçiciliği zorunlu kılar. Facebook, Twitter, gruplar, siteler vb.sosyalleşme ve haberleşme ağları, aslında ev edinme, komşu edinme ve mahallekültürü betimlemeleriyle açıklanabilecek bir “yerleşme” kararıdır.

Hayatın özünde olan zaman-mekân edinimive buna dayalı “yaşam tarzı”, aslında bir anlamda sosyal medya aracılığıyla “gölgehayatlar” diyebileceğimiz bir sanal ortama taşınmış olmaktadır. Mesela “Facebook”taramalarında ahlak radarına yakalanan teşhir ve davetkâr “görüntü” albümleri, Twitterağzından küfürler, zinaya davet eden web siteleri, gece kulübü tadında “org”lar,dullar kampı formunda arkadaş siteleri ve en önemlisi istihbarat deposundaistiflenen “özel bilgiler” avcılığına soyunmuş onlarca avcı bellek, insanısanal kentin kurbanı/avı kılmaktadır.

İnsan, sanal kent üyesi olmakla gerçekkent yaşamı dışında kendisine bir “ikinci hayat” imkânı yaratmak istemektedir. Tabiîelde edilmemiş, tatmin edilmemiş, kırbaçlanmış her şeyi sorgusuz ve sorumsuz şekildeelde edeceği bir ikinci hayat… Kuşkusuz bu ikinci hayata ev sahipliği yapacakzaman-mekân adresi, sanal kent formunda bir ağa sahip olan interaktif evler ve ayrıcabu kentte ne olup bittiğini haber alacağımız/vereceğimiz sosyal medya ağıdır.

Çerçevesiz çevre

Doğal olarak sosyal medyayı sanalkentin medyası diye deşifre edip sanal dünya üyeliğini de bir mahallede evedinmek diye kurgularken, ilk ve en belirgin sorun olarak gündeme getireceğimizkonu “çevre” sorunu olacaktır. Bu çevre, hem yaşam tarzı mahalli anlamında edindiğimizarkadaş-komşu-mahalle çevresidir, hem de mahallede tüketilenlerin atıklarınınoluşturduğu çöp-hava sorunu içeriğindeki çevre-doğa sorunudur.

Nitekim sosyal medya, bilgi çöpü,teşhir çöpü ve haber çöpü üreten bir “tüketim” kültürü içerdiği gibi, arkadaş,mahalle ve komşu çevresi anlamında “sosyalleşme çevresini” de ifade etmektedir.

Özellikle sosyal medya aracılığıylateklif edilen “onay” butonu, bir çevreye girme veya davet etme vizesidir. Sanaldünyada -gerçek hayatta parmakla sayılır kişilerden oluşan bir çevre varken-parmakla sayılamayacak ve bu parmaklardan oluşan elin -kimin elinin kimincebinde olduğu bilinmeyen- bir kalabalık çevreye dönüşmesi kaçınılmazdır. Çünkübu kentin ve bu mahallenin özelliği budur ve tercih sebebi de bundan ibarettir.

Sosyal medyayı tüketim-çöp şablonuyla analizedenler, sosyal medyayı hayatına adapte edenleri veya sosyal medyayı hayatıyerine koyanları, hayatın, hazımsızlık sonucu olarak ortaya çıkardığı her türlüsosyal davranış atığının toplandığı “sosyal bir çöplük” olarak nitelemekte ve buyüzden bir hastalık çeşidi olarak tanımlamaktadırlar.

Bu pencereden sosyal medyaya bakanlarıngördükleri, daha çok davranışa ait “atıklar” ve kişilik “teşhir” ambalajlarıdır.Yani bu mecra, küfür, seks, yalan, kırbaçlanmış arzular ve ötekileştiren güçgibi histerik taleplerin pazarı olarak tarif edilmektedir.

Sosyal medyayı sadece yeni bir medyasektörü olarak görenler ise, endüstrileşen her şeyin bir çeşit pazarı olarakişlev gören bu alanı bilgi edinme kanallarında serbest piyasa, özgürleşen okurprofili, yazılı medyanın tüketim reyonları gibi “sanal bayiler” olarak değerlendirmekteve bu bağlamda da bilgi-haber ağının, başta devlet olmak üzere tekelleşmesineson veren “demokratikleştiren güç” olarak vasıflandırmaktadırlar. Dolayısıylasosyal medya ile demokratikleşme arasındaki bağ önemsenmektedir. Bu bakışaçısına göre, nasıl medya magazinden ve yetişkin haberlerinden uzakolamayacaksa, aynı sürecin sanalda var olması da gayet doğaldır.

Bir de sosyal medyayı sosyolojikgörünüm olarak vasıflandıran ve “göç yolları” olarak tanımlayan bir yaklaşımvar ki, bu daha çok “kayıtdışı göçler” olarak tespit edilen kişilik-kimlikgöçlerini ifade etmektedir. Bir anlamda sosyal medya, hayatın içinde birçokşeyi gerçekleştiremeyen kişilik ve kimliklerin, arzu ve hayalleri içinkullandıkları göç yollarını ifade etmektedir.

Sosyal medya ile sanal bir göç koridoruoluşturulmaktadır. Siyasî, ekonomik ve kültürel açıdan bulunduğu zaman, mekânıve yaşam tarzını değiştiremeyenler, istediği zaman, mekân ve yaşam tarzınasanal da olsa vizesiz geçebilen bir koridora sahip olmaktadırlar. Bu da sosyalmedyayı hem çok yüzlü (maskeli), hem de mobil kılmaktadır.

“Biri beni gözetlesin!”

Hiç unutmam, bir tiyatro sanatçısı, iççamaşırıyla tiyatro turnesinde “canlı sevişme” sahnelemesi nedeniyleeleştirilere konu olunca, “Sanat, hayatın tuvale, perdeye, sahneyeyansımasıdır; hayatın içinde cinsellik varsa eğer, onu yansıtmak sanatçınıngörevidir” demişti ve ben de “Hak sözde batılı kastediyor!” deyivermiştim. Evet,sanat, hayatın tuvale, perdeye ve sahneye yansımasıdır, ama hayatın içinde her “şey”inasıl ve ne kadar onaylıyorsak, o kadar ve o nasılla yansımalı perdeye,sahneye, tuvale. Değilse, kim hayatın içinde, başkasının önünde sevişiyor ki?

Aslında sözün özü, “hayatın içindeonayladıklarımız ile çelişmemeli hiçbir şey” prensibidir. Nitekim modernzamanlarda Müslümanların en büyük açmazı ve çelişkisi, hayatın içindeonaylamadıklarını bir başka yolla soluma ve yaşamalardır. Bu yaman çelişkininen acı ve çarpık örneklerine sanal dünyada, özelde de sosyal medyada bolca rastlamaktayız.

Ancak –genelleme yapmadan ifadeediyorum- dindarları “cesur” (görünür) kılan sosyal medyaya baktığımızda,dindarların hayatlarında onaylamadıkları ve uygulamadıkları birçok şeyi sanalortamda pervasızca/perdesizce uyguladıklarını görmekteyiz. 

Örneğin dindarların evleri –genellikle-perdelidir; gündüzleri tül, akşamları “güneşlik” de denilen kalın perde ileörtülüdür. Gerçek hayatta, mutfak ve/veya oturma odasında perdeyi açık tutarakizlenir olmak, dindarların tercihleri içinde yoktur. Ancak aynı dindarlarınsosyal medyadaki paylaşımlarına baktığımızda, tanıdık veya tanımadık herkesinizleyebildiği “açık pencere” içinde ev hali (genellikle oturma/misafir odası vemutfak hali görüntüleri gibi haller içerecek pozlar) sergilenebilmektedir.

Ev içinde çocukların bile kapı“tık”lamadan giremediği odalardaki mahremiyetler, birçok kişiye isteyerek veyaistem dışı biçimde bir tıklama mesafesinde sunulmaktadır. Yeni elbisesini dostve akraba misafirler önünde endam ve işve ile giymekte imtina eden bazı dindar kadınlar,herkese açık sanal podyumda, moda albümü tadındaki sunuşta bir sakıncagörmemekte; park dinlence ve eğlencelerinde tanımadığı erkekler tarafından söziltifatına tutulmaktan rahatsızlık duyanlar, sınır tanımayan iltifatları“beğen” butonunda coşturmaktadırlar.

Çocukların, ellerinde “canlı çekimbombası” gibi dolaşan telefonlarla ev içinde rastgele çekilen fotoğraflarınveya videoların -aslında çocuk iyi niyetlidir- arka planında ev hali iledolaşan misafir veya ev sakinleri de görülebilmektedir. Ev kapısında,merdivenlerde her fırsatta hal hatır soran yabancılardan hoşlanılmazken, yedidüvel yabancıların beğeni ve çengel selamlarını karşılıksız bırakmak da sosyalmedya görgüsüne aykırı bulunmaktadır.

Aslında mesele, “Hayatın içindeonaylamadıklarımızı neden sanal dünyada yapmaktan kendimizi alıkoyamıyoruz?”gerçeğimizdir. Bir başka vurguyla söylersek eğer, apartmanda veya mahalledekomşumuzu tanımaz ve bilmez iken, komşumuzu merak etmezken, dolayısıyla evhalimize onları tanık ettirmezken, neden sanal dünyada “ipini koparan” bizekomşu olabiliyor ve biz “akraba içi haller” modunda birçok mahremimizinperdesini aralıyoruz?!

Neden sokakta rastgele selamlaşmak,tanımadığınızamuhabbetle yönelmek ve karşı pencereden başkasının ev içine bakmakzor iken, zorlandıklarımızı sanal dünyada kolay kılan seçeneklere kavuşuyoruz?Sanal dünyada da olsa seçmek, seçici olmak, mahremiyet ve mesafe neden zor?

Sanal dünya, evimizin tanımadığımızbinlerce komşu tarafından kuşatıldığı bir kent ve kuşkusuz bu kente üye olmakda, bu kentte yaşamak da bir modern imkân ve ihtiyaç. Ancak gerçek kentler gibibu kentin de tekin olmayan semtleri, sokakları var. Bu kentin de sorunları vegüvenliği tehdit eden riskleri var. Bu kentin de sapıkları, ipsizleri var. Hemde hiç beklemediğiniz birinden zarar görebileceğiniz kadar maskeliler kenti bukent…

Siz uyuşturucu ve seks ticareti yapanbirine komşu olur musunuz? Tabiî ki hayır! O zaman ne idüğü belirsiz yüzlercekomşuyu neden ediniriz? “Takipçimiz artsın, reytingimiz coşsun” diye mi? “Komşukomşunun külüne muhtaçtır” atasözü, “Komşu komşunun tıklamasına muhtaçtır”şekline mi dönüştü?

Şüphe

Sanal dünya ve sosyal medya eleştirisi,bir zamanlar TV için yapılan eleştirileri hatırlatmış olabilir, hatta “TV tekbaşına kötü değildir, programına göre değişir” aksanı ile tepki verilebilir. Ancakmesele, “iyi-kötü”den çok “değişim-gelecek-insan” denkleminde yaşanan yeniolguları anlamak ve çözümlemektir. Özellikle dindarların özelindeki açmazlarıyansıtan ayna etkisi sebebiyle usulden çok esastan meseleyi ele almayı zorunlukılan sonuçlara sahip bir “yeni sosyalleşme-yeni medya” olgusundanbahsediyoruz. Neredeyse her yeri “şüphe” kokan bir süreç var ortada…

Televizyon “başka hayatlar” sunarken, internet“ikinci hayat” daveti sunmaktadır. Televizyon sadece “sunucu” iken, internet “Sende sun!” kırbacı kullanmaktadır. Televizyon iç çekilen yıldızlar geçidi iken,internet “Ne ararsan bulabilirisin!” pazarı kurmaktadır. Dolayısıyla insan,internetle yakalanmayacağını düşündüğü her türlü hayatı ve iddiayı sunabildiğibir imkâna kavuştuğunu düşünmektedir. Bu imkân, insanın özlediği ama eldeedemediği şeyleri soluyabileceği bir sanal kente kayıt yaptırma fırsatıdır.

Gerçek hayatta tanımadığımız veya tanımakihtiyacı duymadığımız komşulara sahipken, sanal kentte sayısız kişiye komşuolmakta ve perdesiz odaları olan evleri (komşudan izin isteme ihtiyacıduymadan) gözlemekten zevk almaktayız.

Her şeyden önce “karakolu olmayan” birmahalleden bahsediyoruz. Nitekim devlet, sosyal medya üzerinden örgütlenen provokasyonlarnedeniyle sosyal medya denetimi ve sosyal medya suçları ihdası için hazırlıkyapınca, kıyamet koparılarak “özgür dünyanın sonu” kampanyaları yürütülmüştü.

Kayıtdışı yuva yapan ve resmî yuvalarıyıkıp yerine gecekondu yuvalar diken sosyal medya, adeta devletsiz, dolayısıyladenetimsiz bir “kayıtdışı hayatlar” kentine büründürülmüştür.

Dindar çevrelerin kayıtdışı hayatlartecrübesi, sanal dünyada ilk önce “İslamî evlilik” siteleri adı altındageliştirilmiş, daha sonra bloglarla “buluşma odaları”na evrilmiş ve en son“örtülü cinsel kültür parkları” tecrübesi ile “teşhirli tesettür”, “geyiklimukabele”, “çöp çeken arkadaşlık”, “ herkes beğensin cemaati” ve “zekât ayaklı dullarköprüsü” gibi “ucube mahaller” oluşturulmuştur.

Bir de özellikle AK Parti iktidarınıdevirme amacıyla üretilmiş korsan siteler, eşkıya bloglar, milis Facebookhesapları ve şüpheci Twitter mesajları ile zamanla sosyal medya tartışmalarınınodağını ahlak-hukuk yerine güç-adalet tartışmaları aldı. Güç-adalettartışmalarında sosyal medya, “şüphe uyandıran komşu” hüviyetiyle sonunugetirmek istediği her yuvaya komşu olmanın yolunu aradı. Özellikle “Bağımsızkaynaklarca onaylandı” ihtimalini sıfırlayan ve ispatı muhal binlerce “şüphemontajlama” odaklarınca üretilen sanal haber, adeta “böl-parçala-yönet”tekniğinin ileri karakolu gibi çalıştırıldı. Bu bağlamda dindar çevrelertahrike hazır, atlamaya hevesli potansiyelleriyle sosyal medyanın yemsizoltalarına binlerce kez yakalandılar. Çünkü şüpheden kaçınma, araştırmadanfıska prim vermeme ahlak ve bilinci gitmiş, yerine taşıyıcı dedikodu elçisiolmaya namzet sosyal medya cahili güruhlar oluşmuştu.

Aslında tüm bu yaşananları “dindar” öntakısı ile vasıflandırmakta kasıt arayanlar olabilir -kuşkusuz dindarlığı maskeolarak kullananlar da var-, ancak bir gerçekle yüzleşmek durumundayız: Sosyalergenlik dönemi sorunlu geçmiş çevrelerin başında dindar çevreler gelmektedir.

Bir ergenlik sivilcesi: Facebook 

Facebook, -istisnai durumların davarolma kaydıyla- sosyalleşme ve “görünür olma” arzularının (sanal daolsa) tatmin edildiği bir “yeni dünya”yı ifade etmektedir. Kuşkusuz bu dünya,“sosyal” ve “medya” sözlüğünden derlenen bir “dil”e ve en önemlisi de “yenideninsan” tanımını dayatan bir “gelecek kurgusuna” sahiptir.

Facebook, ailenin dost ve akrabalarasunmayı kültür saydığı “hatırat” ile başlamış ve çocukluk arkadaşlarının ruhuile kanatlanmışken, zamanla ünlü olmak isteyen ruhun kast ajanslarınagönderdiği “artistik pozlar” ile zenginleşmiş ve derken “Biri beni gözetlesin!”sırnaşmasına ulaşmış bir “kişilik vitrini” olmuştur.

Facebook’u “hayat ajandası” ile sınırlı“notlar-haberler” formunda kullanan kişi sayısı neredeyse kayıt içisayılmayacak kadar az. Facebook’u “mektup” tadında ve “metin-fotoğraf”içtenliğinde gönderen kişi sayısı ise “kişilik sahibi” sayısı kadar sayılı.Facebook’u dost ve akraba onayı kadar titizlikle listeleyen tanıdık sayısı isepazarda kaybedilmiş çocuk gibi aranan…

Facebook, sosyal kimliği ergenlikdüzeyinde olanların, özellikle cinsellik, beğenilme ve tatmin örgüsü içinde -örümcekağı gibi zayıf ama bol-, avını beklediği bir “takılma ağı” görevi görmektedir. “Takılma”vurgusu, özellikle “Öylesine takılıyorum!” esprisindeki gizli gerçeği elevermektedir.

Dindar çevrelerin, gerçek hayattakisorunların kökeninde de ergenlik dönemi önemli bir yer tutar. Sayısıazımsanmayacak kadar çok bazı dindar erkekler, kendi şehvet sınırlarını dininkadına çizdiği sınır sanır ve öyle ileri sürerler. Ve yine sayısıazımsanmayacak kadar çok bazı dindar kadınlar da örtüyü “baş”ta yanlış anlar ve“Altı forma, üstünü sorma!” modasında görünür olmayı “kocaya itaat” zannederekmahkûm kalırlar. Bu mahkûmiyet, erkek gardiyanların hâkimiyetinde süren bir“arzu zindanı”dır ve kadın kadına paylaşılanlar, sadece avludakipaylaşımlardır. İşte sosyal medya, bu avluda erkeklerin şehvetli süzmelerieşliğinde atılan voltalardan ibarettir.

Kadın “örtü”yü zihinsel mesafe değil defizikî perde ile sınırlı kavrayınca, erkeğe büyük bir iştah açılmaktadır: “Kadınkokusu”… Koku içe çekilince yüzde beliren sivilce ise, “beğen butonu”dur.

Bir adet iyi

Teknolojinin iletişim ağına vekültürüne getirdiği devrim içinde kuşkusuz en kaçınılmaz olanı da internetedinimi ve kullanıcı profilidir. Bu bağlamda haberi hızla, tepkiyi acilen veşimdi kılan olanağı ile sosyal medya, bir “imkân” olarak el altındadır. Ancakbu imkân, “para” gibi kanı kaynatan, kaynamış kanı akıtan, yeni imkânlarapencere açan bir şehvete sahiptir.

Sosyal medyanın gözlerine dikkatlice bakıldığında,-istisnai durumları ve kişileri her zaman için ayırıyoruz- her şeyi iştahlasüzen gözlerin baskın olarak erkeğe ait olduğu, seçili kadın gözlerininse –maalesef-“teşhir işçisi” olduğu fark edilecektir.

Ev adabı içinde ziyaret edilen ve ailekültürü içinde ağırlanan sanal ortam odaları çok az iken, gece kulübü, ortadirek gazino ve tekin olmayan sokak havası daha çok. Camiye bu ortamdan yolalarak gitmeye çalışan dindarlar ise her geçen gün çoğalmakta. Kim bilir, belkide çoğalan arzu, şehvet, ego, beğenilme ve bastırılmış güdüler,
komşusundan şüphe etmeyen, şüpheuyandıran komşuyu fark etmeyen, bir gün kendini komşu evinde “ölü” buldurabilir.Kuşkusuz bu manadaki ölü ise değerler, anlayışlar, prensipler, ahlak ve en önemliside güven olacaktır.

Siz, siz olun, “şüphe uyandırankomşu”yu fark ettiğinizde en yakın karakola başvurun!
-------------

KÜLTÜR AJANDA/ SÖYLEŞİ
-----------------------------------------
ŞABAN ÖZDEMİR*


ANA SPOTLAR

“Sosyal medyadaki bilgileri, sanalverilerden oluştukları için çoğu zaman küçük görüyoruz. İnternetteki bilgileri,‘Yahu sanal, ne olacak ki?’ diye değerlendiriyor insanlar. Evin güvenliortamında, çocuk eline almış bilgisayarı veya cep telefonunu sosyal medyadagezinip duruyor, biz nasıl yorumluyoruz: ‘Evde, güvenli şekilde, hiç değilsegözümüzün önünde oturuyor…’ İyi de çocuk nereye giriyor, ne yapıyor?
***

“Mesela sporla bu durum telafi edilmeyeçalışılıyor ama komşuluk zayıf, geniş aile düşüncesi bile zayıf… İnsanlığın enönemli psiko-sosyal sorunu ‘yalnızlık’ oldu. Yalnızlık, otistik bir dünyadayaşamaktır. Kişi, kendini tatmin etmeye çalışıyor, Z kuşağı mensuplarının böyleolma ihtimalleri yüksek.”
***

“İnterneti rahat kullanıp da yalansöylemeden hareket ederse bir insan, o insanı yüceltecek internet, yani doğruinsanların önünü açacak, yalancı insanların da kolayca bilinmelerinisağlayacak. Fitne ve entrikayla iş yapanlar, internet ve sosyal medya ile dahaçabuk deşifre olacaklar.”
***

“Şizofrenide beynin bir bölgesi, birdiğer bölge ile konuşmuyor; bağlantı yok. Toplumun bir bölgesi diğer bölgeylekonuşmuyor, hatta kavga ediyorsa, orada toplumsal şizofreni var demektir. Bunedenle, eğer bir toplumda kavga çoksa, o toplumda mantık ve rasyonalite dışıtartışmalar varsa, insanlar konuşmuyorlarsa, burada bir sosyal şizofreni sorunuvar demektir.”
***

“Meselabir kadın, ev içinde eşine kızarak internete giriyor ve kendisine yaldızlıcümleler kuran biri çıktığında karşısına, karşı tarafın mesajları hoşuna gidiyor;erkek bu durumu öğrenince, ‘Vay sen beni aldatıyorsun!’ deyip patlatıyor krizi.Burada erkek, sebebi unutup yalnız sonuçla ilgileniyor.
***

“Gözteması kurmamak bir otizm belirtisidir. O yüzden ‘İnsanları otizme götürüyor’diyoruz. Göze bakarak konuşma becerisi zayıflıyor insanların. Konuşmadıkça vesanallaştıkça bu durum ilerliyor. Göz teması olmadığında iletişim sağlıksızoluyor, özellikle duygusal bağlar zayıflıyor. Bu, aile bağlarına vebirlikteliğe zarar veriyor.”
***

Şunudaha önce hiçbir yerde belirtmemiştim, ilk kez burada zikredelim –yeni kitaptayer alacak-: İnsanın zihninde oluşturması gereken jürinin beş üyesi vardır. Sözkonusu jürinin başkanı yargıçtır ve bir bilgi geldiğinde, o bilginingerçekliğini kontrol eder. Kontrol sonrasındaki ikinci jüri bilim adamıdır vedoğrulama-yanlışlama yapar. Üçüncü jüri, söz konusu bilginin estetik olupolmadığına karar veren güzellik uzmanıdır. Dördüncüsü işletmeci gibi çalışır vebilgiye “Faydalı” veya “Faydasız” der. Ve son üye ise ahlak uzmanıdır, sözkonusu bilgiye karar verir ve “İyi” veya “Kötü” der.
***

“Teknoloji bizatihi tarafsız, amakullanıldığı yere göre iyi veya kötü sonuç veriyor. Bunun için sosyal medyayıiyicil ve barışçıl amaçlarla kullanmanın yollarına odaklanmalıyız.”
***

“Toplum için riske girmeyen, sadecekendisi için yaşayan, ‘Hoşuma gidiyorsa iyi, gitmiyorsa kötüdür’ ölçüsüne sahipbir zihinsel hiyerarşi oluştu gençlerde.”
***

“İnternet ve sosyal medya kullanımınadair bir kültür oluşturulmalıdır. Kültür oluşursa riskler azalır. İnsanlarmahallelerinde otururlar ve bir kültür sahibidirler; birbirine saygı esastır vebu kültür, mahalledeki ilişkilerin sıhhatli gidişini sağlar. Sosyal medya daböyle olmalıdır.” 
***

“Anneve babanın yapacağı şey, çocuğuna zihin jürilerini oluşturmayı öğretmektir.Ebeveynin gözetimi, onun rehberliği önemlidir. Bilgisayarı, sosyal medyayıyasaklama, ama rehberlik et ve seçici kullanımı özendir!”


Dokunmatik fırtına, ama dokunmadan(!)

GENELLİKLE içisosyaliteyi sağlayamamış ailelerde, iletişimsel kopukluklardan ötürü şunabenzer diyaloglar yaşanır:

-Oğlum!
-Ne var?
-Ne mi var?
-Efendim?!
-Bak, televizyondaki hoca ne diyor?Yahu şu bilgisayarı bırak, biraz sosyal ol…

Bu ikaz, söz konusu örnektekiebeveynin, çocuğunun iyiliğini isteyen bir büyük tablosu çizdiği öngörülebilir,ancak asla böyle bir içeriğe sahip değildir. Zira ebeveynin kendisi, çocuğununedinmesini istediği sosyalliğe haiz değildir. Zaten bu yüzden çocuğuyla sosyaliteyedair ve sosyal paylaşımlar yapamadığı, aile içi iletişim kuramadığı, birmuhabbet kültürü oluşturamadığı için, maalesef şuursuz ve onulmaz bir şekilde“Televizyondaki hoca ne diyor?” diyebilmektedir. Yani burada teknik bir hatavardır ve şu kastedilmektedir: “Sadece bilgisayara mahkûm olma, bak bentelevizyona mahkûmum, ne çekeceksek birlikte çekelim. Zira benim de diyeceksözüm yok!”

Sosyaliteye ayak uydurması gerekençocuğa sosyal ruh aktarılmadıkça o çocuk nereden bilebilir ki nefes almak nasıl,vermek nasıl?

Belki sosyal medyaya dair en çokhayıflanılan konu, çocuklarımızın, yani gelecek neslin bu mecrada yok olmalarıkorkusu. Peki, sosyal medyayı, sanal dünyayı ve bu ortamın diğer aksesuarlarınıyalnız moda deyimle “Y Kuşağı” mı kullanıyor? Aile içi yıpranmalar,yaralanmalar, krizler, boşanmalar, şiddet, yalnızlık, sanal kimlik sahtekârlığıgençlerimizin mi sorunu?

Sosyal medya, yalnızlık ve yıkılanailelere dair tespitlerini ve acı tespitler karşısında yazılacak reçete içinpek kıymetli Hocamız, Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Prof. Dr. NevzatTarhan’a danıştık ve karşılığında muazzam bir derinliğe sahip, samimiyetle doluve ülkemiz geleceğine dair önemli önerilerin bulunduğu bir söyleşigerçekleştirdik.

Sohbetimizin önemli bir noktasındadeğerli Hocamız, iletişimin birinci şartının göz teması olduğunu, ancakkarşımızdaki sorunun öncelikle göz temasını engellediğini, dolayısıyla iletişimbağlarımızın gittikçe koptuğunu belirtiyor. Doğru ya, göz temasımız kayboldu,insanlar birbirlerinin yüzlerine bakmıyorlar. Yoksabirbirimizin yüzüne bakacak yüzümüz mü yok?! 

***

“Bazısı uyku arasında‘Mesaj gelmiş mi?’ diye saatine bakıyor”

· Hocam, yalnız Türkiye’de değil, dünyada büyükbir sosyal medya kasırgası mevcut. Bu kasırgadan yara almamak için ne gibitedbirler almalıyız?

Artık sosyal medya kolsaatine bile girdi; kişi, tuvalette bile sosyal medyaya girebilecek imkân eldeediyor. Bazısı uyku arasında “Mesaj gelmiş mi?” diye saatine bakıyor. Yanisosyal medya, kasırgadan da şiddetli esiyor.

Sosyal medya “evin açıkkapısı”, her taraf kapalıyken o açık... Bu ortamda internet aracılığıylaherkes, dünyadaki iyi ve kötü şeylere anında erişebiliyor. Zira sosyal medyanınüç önemli özelliği, “7/24 erişilebilir, sürdürülebilir, ucuz ve kolay ulaşılabilir”oluşudur. Sosyal medya bağımlılığı, bütün bu özellikleri ekseninde salgın gibiyayılıyor.

Sosyal medyadaki bilgileri,sanal verilerden oluştukları için çoğu zaman küçük görüyoruz. İnternettekibilgileri, “Yahu sanal, ne olacak ki?” diye değerlendiriyor insanlar. Evingüvenli ortamında, çocuk eline almış bilgisayarı veya cep telefonunu sosyalmedyada gezinip duruyor, biz nasıl yorumluyoruz: “Evde, güvenli şekilde, hiçdeğilse gözümüzün önünde oturuyor…” İyi de çocuk nereye giriyor, ne yapıyor?

Tabiî ne yaptığına dairbilgiyi çocuktan mahkeme tipi sorularla öğrenmek doğru olmaz. Konuşarak, sohbetederek, paylaşım geliştirerek yol izlemeliyiz. Böylece çocuğun ilgi alanlarınında doğru yönlendirilmesi sağlanmış olur. 

Sosyal medyadaki bilgininneden sanal olmadığını şu örnekle açıklayalım: Bir EFT (elektronik fontransferi) işlemi düşünün ki 10 bin dolarınız var ve bir düğmeye tıklayarakbaşka bir hesaba devrediyorsunuz. Bu durum sanal mı? İşlem sanal görünebilirama paranın transfer oluşu somut bir sonuç veriyor bize.

İnternet kaynaklı bilgialındığında “Ne olacak?” diyebilir insan, ancak izlediği şiddet veya pornografiiçerikli görüntü, beyinde gerçek ve yaşanmış sonuçlar doğuruyor. Bu yüzdensanal olanı tehlikesiz addetmemek gerekiyor.

Örneğin sanal mesajdaki şiddet,kişideki şiddet duygularını, kötücül duyguları arttırabilir. Sosyal medyanın,içimizdeki kötücül değil, iyicil nitelikteki duyguları uyandıran seçenekleriniyönetmeyi keşfetmemiz gerekiyor. Bu noktada da sosyal medyadan yakınmak veya“Sosyal medya kötüdür, zararlıdır” deyip yasaklamak yerine, iyi ve doğrununhizmetinde nasıl kullanacağımızı bulmamız gerekiyor.

Teknoloji bizatihitarafsız, ama kullanıldığı yere göre iyi veya kötü sonuç veriyor. Bunun içinsosyal medyayı iyicil ve barışçıl amaçlarla kullanmanın yollarınaodaklanmalıyız.

“Egoizm ve konformizm,gençler açısından en büyük riski oluşturuyor…”

· Gençlerin sosyal medyayla haşır neşir oluşu çokeleştiriliyor, hatta bir 90 neslinden bahsediliyor. Ancak bu neslieleştirenlere baktığımızda aynı mecrayı kullanan insanları görüyoruz. Bugençler gerçekten de eleştiriyi hak ediyorlar mı? Onları eleştirenlerin tutumune derece doğru? Suçlu kim?

1990 sonrasında doğankuşağın bir özelliği var… 90’la birlikte dünyadaki Soğuk Savaş dönemi de bitti.Dünyadaki sosyal yapı da değişti aynı zamanda. Daha önce, yani Soğuk Savaşyıllarında gençlerin idealleri vardı. Sağ veya sol, sosyalist veya kapitalistolsun, herkesin sosyal birer hedefi, kendini aşan idealleri vardı. Başkalarıiçin bir şeyler yapmak istiyordu gençler. Bu sosyal duruş, bu noktada bir dengesağlıyordu. “İnsan toplum için bir şeyler yapmalı” tarzındaki yüksek duygularteşvik ediliyordu.

Soğuk Savaş’ın bitişinin,dolayısıyla bu yüksek hislere sahip sürecin ardından, insan bireyselleşme adıaltında bencilleşmeye başladı, ego ideallerideğişti gençlerin. 90 öncesinde zevkine düşkün olanlar, “futbolcu” denilerekküçümsenirlerdi. Fakat şimdi herkes konformist ve egoist oldu. Egoizm vekonformizm, gençler açısından en büyük riski oluşturuyor şu an.

İşte bu özellikleri nedeniyle 90sonrasında doğan veya o dönemde eğitim hayatına başlayan bugünün gençleri,yüksek hedef olarak benmerkezci gayeleri kendilerine seçtiler. “Zengin ve ünlüolayım. Erken yaşta kolayca her şeye sahip olayım!” düşüncesine sahip, zevkleripeşinde koşan gençler yetişti. Bunlar “Y kuşağı” diye tanımlanıyorlar.

Toplum için riske girmeyen, sadecekendisi için yaşayan, “Hoşuma gidiyorsa iyi, gitmiyorsa kötüdür” ölçüsüne sahipbir zihinsel hiyerarşi oluştu gençlerde.

“Z kuşağı” diye adlandırılan gençlersedaha sonraki nesil olacak. Ve bunlar, doğrudan bilgisayarın içine doğacaklar.Okuma yazmayı öğrenmeden bilgisayar kullanacak bu nesil.

“İnsanlık sosyal bir otizme doğrugidiyor!”

· Üç yaşındaki çocuk telefonda veya tablet bilgisayarda tümsayfaları çeviriyor, uygulamaları girebiliyor…

Bu sebeple önümüzdeki bu kuşağın nasılolacağını bilemiyor, kestiremiyoruz şu an. Çünkü bu durum, insanın zihinselgelişimini de etkilemeye başladı.

Artık beynin, kendine özgü farklıkullanım alanları ortaya çıktı. Fiziksel temasın olduğu sosyallikse azaldı.Dokunmanın olmadığı bir kültür ortaya çıkıyor, sanal bir alışveriş kültürü. Bizbununla ilgili bazı hastalar görmeye başladık. Bilgisayar bağımlısı olan kişiler,bakıyorsunuz ki küçük yaştan beridir bu bağımlılığa sahip; sosyallik yok,normalde darmadağınık, kendine bakmıyor ama söz bilgisayara gelince hokkabaz,süper yetenekleri var…

Ancak bu tip, biriyle oturup konuşmayı,muhabbet etmeyi bilmiyor, sokağa çıkmayı bilmiyor. Otistik denebilecek insanlartüremeye başladı. Otizmin şu an artma sebeplerinden biri de sosyalliğinbozulması ve sanal dünyanın kullanıyor olması. İnsanlık sosyal bir otizme doğrugidiyor. Yani sadece sanal sosyallik var, gerçek yok. 

Mesela sporla bu durum telafi edilmeyeçalışılıyor ama komşuluk zayıf, geniş aile düşüncesi bile zayıf… İnsanlığın enönemli psiko-sosyal sorunu “yalnızlık” oldu. Yalnızlık, otistik bir dünyadayaşamaktır. Kişi, kendini tatmin etmeye çalışıyor, “Z” kuşağı mensuplarınınböyle olma ihtimalleri yüksek.

“İdeal insanın içindeki bekçi, ‘Yanlışyapıyorsun!’ diye uyarmalı…”

· Teknoloji mahkûmu bir topluma yönelirken, bu mahkûmiyettenkurtulmanın yollarını arayan kimseyi göremiyoruz. Teknolojinin sempatisibilgelikten daha mı üstün? Eş ve çocuklarıyla daha resmî diyaloglar kurarkensosyal medyada samimî ama tüm özüyle sahte şahsiyetlere bürünen bireyler var.Sosyal medya toplumsal bir şizofreni mi getiriyor yoksa?

Zaten sosyal medyanın en zararlı yanıda yalancılığı doğallaştırması. Çünkü orada sahte bir kimlik var, gerçeğigizliyor ve dolayısıyla her türlü yalanı rahatlıkla söyleyebiliyor. Birinsanın, tek başınayken dahi yalan söylediğinde yüzünün kızarması lazım. İdealinsanın içindeki bekçi, böyle bir şey yaptığında “Yanlış yapıyorsun!” demeli,suçluluk hissettirmeli. Bunu yapamıyor insan, zira yalan söylemeye karşı birumursamazlık oluştu. Bu da yalan söylemenin doğallaşmasına neden olarak insanaen büyük kötülüğü getiriyor.

Bir taraftan da sosyal medya ve internetinbir katkısı var yalnız. Şöyle: Eskiler “Yalancının mumu yatsıya kadar yanar”derlerdi, şimdi internete girene kadar yanıyor. Her şey ortada; bir günsöylediğinin aksini öteki gün söylerse yalan hemen ortaya çıkıyor. Yani aslındasorunun çözümü de kendi içinde…

İnterneti rahat kullanıp da yalansöylemeden hareket ederse bir insan, o insanı yüceltecek internet, yani doğruinsanların önünü açacak, yalancı insanların da kolayca bilinmelerinisağlayacak. Fitne ve entrikayla iş yapanlar, internet ve sosyal medya ile dahaçabuk deşifre olacaklar.

İnternet sosyal ilişkileri bozduğuiçin, mesele, sosyal şizofreni de diyebileceğimiz bir konuma yöneliyor. Sosyalotizm insanların içe kapanmalarına, toplumdan kopmalarına neden oluyor,şizofreni de dezorganize olmalarına (düzensiz yaşamak).

Şizofrenide beynin bir bölgesi, birdiğer bölge ile konuşmuyor; bağlantı yok. Toplumun bir bölgesi diğer bölgeylekonuşmuyor, hatta kavga ediyorsa, orada toplumsal şizofreni var demektir. Bunedenle, eğer bir toplumda kavga çoksa, o toplumda mantık ve rasyonalite dışıtartışmalar varsa, insanlar konuşmuyorlarsa, burada bir sosyal şizofreni sorunuvar demektir. Sosyal medyanın doğru kullanılması topluma daha olumlu bir etkiyaparken, yanlış kullanım ise kaosa götüren bir hava oluşturur.

İnternet ve sosyal medya kullanımınadair bir kültür oluşturulmalıdır. Kültür oluşursa riskler azalır. İnsanlarmahallelerinde otururlar ve bir kültür sahibidirler; birbirine saygı esastır vebu kültür, mahalledeki ilişkilerin sıhhatli gidişini sağlar. Sosyal medya daböyle olmalıdır. 

Aslında bir insan, sosyal medyadakendisine bir zihinsel jüri oluşturursa sorunun üstesinden gelecektir. Zirasosyal medya, en çok da zihnimizdeki jüriyi bozdu.

Şunu daha önce hiçbir yerdebelirtmemiştim, ilk kez burada zikredelim –yeni kitapta yer alacak-: İnsanınzihninde oluşturması gereken jürinin beş üyesi vardır. Söz konusu jürininbaşkanı yargıçtır ve bir bilgi geldiğinde, o bilginin gerçekliğini kontroleder. Kontrol sonrasındaki ikinci jüri bilim adamıdır ve doğrulama-yanlışlamayapar. Üçüncü jüri, söz konusu bilginin estetik olup olmadığına karar verengüzellik uzmanıdır. Dördüncüsü işletmeci gibi çalışır ve bilgiye “Faydalı” veya“Faydasız” der. Ve son üye ise ahlak uzmanıdır, söz konusu bilgiye karar verirve “İyi” veya “Kötü” der.

Bu, beynimizdeki nöronal yapıylailgilidir. “Gerçek/Gerçek değildir”, “Doğrudur/Doğru değildir”, “Güzeldir/Güzeldeğildir”, “Faydalıdır/Faydalı değildir” ve “İyidir/İyi değildir” kararlarınınbeyin tarafından verilmesi gereklidir. Çocuklarımıza, zihinlerine atayacaklarıbu beş jüriyi öğretebilirsek, sosyal medyayı bu sorgulamalarlakullanacaklardır. Bu olduğunda endişeye bir mahal kalmayacaktır.

Burada önemli olan, kişinin kendi zihinjürilerini sürekli çalıştırmasıdır. Bunu oluşturan insanlar, internetolgunluğuna da erişmiş insanlardır. Anne ve babanın yapacağı şey, çocuğunazihin jürilerini oluşturmayı öğretmektir. Ebeveynin gözetimi, onun rehberliğiönemlidir. Bilgisayarı, sosyal medyayı yasaklama, ama rehberlik et ve seçicikullanımı özendir!

“Aile değerlerine sadık olmayan kişi, bununbedelini öder!”

· İnsanlar sanal dünyada sürekli arkadaş ediniyor ve herkesherkesin paylaştığı konulara yorum yapma ihtiyacı hissediyor. Mesela bin sanalarkadaşa sahip biri, paylaşılan binmesaja kulak verirken bir eşin söylediği söze tevessül etmiyor. İnsanlarihtiyaçları olan şeyleri mi unuttu, yoksa çağ, ihtiyaçların yenidenşekillendiği bir çağ mı? Nefret söylemlerinin aile içi şiddete dönüşmesindeetkisi var mıdır? Evli olmasına rağmen birkadın veya evli olmasına rağmen bir erkek, evli olmasına rağmen bir erkeğe veyaevli olmasına rağmen kadına sosyal medya aracılığıyla kolayca kur yapabiliyorve bundan rahatsız olunmuyor. Evdeki sevgi eşlere yetmiyor mu?

Eşlerden biri işten eve geldiğindebilgisayarın başına geçiyorsa, elindeki telefonla ilgileniyorsa, evi sadece otelgibi kullanıyor demektir. Bu, aile değerlerine zarar verir. Mesela sadakat, budeğerlerden biridir. Bunu önemsemeyen, “Evlensem de sadık kalamam” diyen birievlenmemelidir, zira yürütemez.

Aile değerlerinden biri de istişareedebilmektir. Zaman birlikte geçirilecek, birlikte karar alınacak
Kaynak : www.hitittv.com

https://www.hitittv.net/haberprint/suphe-uyandiran--komsu-sosyal-medya-14971.html